Doğal kaynakların tamamen özelleştirilmesi rasyonel midir?

      Bu yazıyı Habertürk gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısı üzerine yazmaya karar verdim. Köşe yazısının özünde doğal kaynakların tamamen özelleştirilmesi, bunun için de Anayasa’nın “tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir” (m. 168) hükmünün kaldırılması önerilmektedir.
      Yazıda öneriye karşı çıkanlar “kafasını kuma sokanlar” ve “sosyalist mantıklılar” olarak nitelendirilmektedir.
      Yazarın bu konudaki daha önceki yazısından haberim yoktu. Dolayısıyla yazının doğrudan muhatabı ben değilim.  Ancak, konunun sadece iktisadını tartışmak adına topa yine de girmek farz oldu. Hayaldi gerçek oldu; iktisadı piyasa ekonomisi kanalından okumaya/anlamaya çalışan bir araştırmacı olarak kaderimde özelleştirme önermelerinin doğal kaynaklara kadar geleceğini görmek ve bu önermelere karşı çıkmak da varmış.
      Yazıdaki hatalı ve eksik olduğuna inandığım değerlendirmelere gelmeden önce tarihin tozlu raflarında yerini alan bir gelişmeyi  paylaşmak istiyorum. Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman eski doğu bloku ülkelerinin ekonomilerinin hızla büyümesi için başlarda üç kelimelik bir reçete önermişti: “özelleştir, özelleştir, özelleştir”. Frieadman yıllar sonra bu ülkelerdeki özelleştirme yağmalamalarını görünce, hatasından dönerek özelleştirmelerin anlamsız, esas olanın hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim olduğunu söyledi. Friedman olgun insandır, ne de olsa Nobel sorumluluğu taşıyor.
      Neyse biz konumuza dönelim, yazıda yer alan açıklamalara bakalım.


      1. Doğal kaynakların devlet tasarrufu altında olması sosyalist mantık mıdır?
      Cevap: Hayır. Kafamızı kumdan çıkartıp, kaldıysa sosyalist ülkelerdeki değil de,  piyasa ekonomisine sahip olan ülkelerde uygulanan uluslararası hukuka ve uygulamalara bir göz atalım. Öncelikle tam üyeliğine talip olduğumuz AB mülkiyet konusunda yansızdır. 1990’lı yıllarda havayolu şirketlerinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir raporda yer alan“özelleştirin” önerisine üye devletler şiddetle itiraz etti. AB o günden bu yana üye devletlerin mülkiyet politikaları ve düzenlemeleri karşısında yansız durmaktadır.
      Uluslar arası alanda bir başka kurum, Birleşmiş Milletler, 1962 yılında benimsediği bir düzenleme ile halkların ve devletlerin doğal kaynaklar üzerindeki egemenlik haklarının mutlak olduğunu, devletlerin de halkların refahı adına doğal kaynak yönetimi üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. 50 yıldan fazladır gelişmiş ve gelişen pek çok ülke anayasal düzenlemeler ile doğal kaynakların yönetimi konusundaki bu tasarruf hakkını halk adına devlete vermiştir. Binlerce uluslar arası ticaret ve yatırım anlaşmasında devletlerin bu tasarruf hakkına karşı bir düzenleme yapmaya –benim bilebildiğim kadarıyla- hiçbir ülke ve kurum ihtiyaç duymamıştır.
      Hava ve su gibi bir kısım doğal kaynaklar kamu malıdır, bu nedenle herkesin erişimine açıktır, fiyat mekanizmasına ve dolayısıyla özel mülkiyete konu olamaz. Bu durumda GSM spektrumları, denizler ve akar sular özel mülkiyet portföyünden otamatikman düşmektedir. Baskın gir görüşe göre mülkiyetin garantisi tapular bastığımız yerin kullanım hakkını vermektedir. Nasıl ki kat mülkiyetinin olduğu bir binanın dördüncü katındaki vatandaş bir alt kata foseptik çukuru açamaz ise, isteyen yatırımcı istediği yerde maden arama ve işlemeye teşebbüs edememelidir. Bu hak toplum adına devlete aittir. Çünkü yer altı kaynakları tüm toplumun malıdır. İller ve bölgeler arasında yayılan yol ve elektrik iletim ve dağıtım gibi şebeke endüstrilerinin mülkiyetinin merkezi koordinasyon açısından devlete ait olması gerekmektedir.
      Doğal kaynaklar sürdürülebilir kalkınma adına çok önemlidir. Sürdürülebilir kalkınma, bugünün ihtiyaçlarını gözetirken gelecek nesillerin ihtiyaçlarını göz ardı etmemeyi gerektirir. Ders kitabı özel girişimcilerin rasyonel olduğunu ve kâr maksimizasyonu amacıyla çalışacağını söyler. Bu çerçevede özel girişimciler gelecek kuşakları düşünecek kadar hayırsever değildir. Bu nedenle doğal kaynakların yönetimi onların kârlarını maksimize edecekleri bencil ticari dürtülerine bırakılamaz. Devletin çocuklarımız ve torunlarımız adına doğal kaynak yönetimine sahip çıkması gerekmektedir.
       Yazar Güney Afrika, Kolombiya ve Rusya’dan kömür getirmenin serbest, Türkiye’de kömür çıkarmanın ise yasak olduğunu ileri sürmektedir. BM düzenlemesine göre doğal kaynak olarak kömür madenlerinin yönetimi üzerinde devletlerin egemenlik hakları bulunmaktadır. Türkiye de bu hakkını kullanmaktadır. Kamu hizmeti ve yararı adına uygun bulursa kömürü kendisi çıkartır, daha uygun durumlarda da sözleşme/ruhsat gibi mekanizmalarla özel sektöre çıkarttırır. Benzer biçimde, özel girişimciler BM düzenlemeleri çerçevesinde yazıda bahsedilen ülkelerin kamu otoritelerinden izin alarak kömür çıkarmakta ve Türkiye’ye getirmektedir. Türkiye bu konuda tabii ki başka bir ülkedeki kömür arama ve çıkarma sürecine müdahale edemez. Çünkü kömür çıkartma ve Türkiye’ye ihraç etme yetkisi ilgili ülkelerin egemenlik hakları kapsamındadır.
      2. 20-40 yıl sonra ceketini alıp çıkacakları projelerde özel girişimciler yatırım yaparlar mı?
      Cevap; yaparlar.
Kamu hizmetinin gerektirdiği alanlarda devletlerin imtiyaz, işletme hakkı devri ve kiralama sözleşmeleriyle özel girişimcilere iş gördürmeleri insanlık tarihi kadar eski bir usuldür. İdare/devlet ve özel teşebbüsler arasındaki sözleşmeye dayalı işbirliği yöntemleri, sözleşme taraflarının hak ve yükümlülüklerine göre farklı isimler almakla beraber, uluslararası uygulamalarda daha çok Kamu-Özel İşbirlikleri (KÖİ) başlığı altında bir bütün olarak nitelendirilmektedir.
      Aşağıdaki grafikte Dünya Bankası terminolojisinde “altyapıya özel katılım” olarak da nitelendirilen KÖİ sözleşmelerine ilişkin veriler yer almaktadır (grafiği büyütmek için üzerini tıklayınız). Bu verilere göre 1984-2011 yılları arasında 139 gelişen ülkede 4.309 KÖİ projesi uygulanmış ve 1,7 trilyon ABD doları yatırım yapılmıştır. Projelerin önemli bir kısmı da imtiyaz, kiralama, YİD ve işletme hakkı devri şeklinde enerji sektöründe gerçekleştirilmektedir. Bunun yanısıra,  PricewaterhouseCooper verilerine göre 2004-05 yıllarında 52 milyar ABD doları tutarında yatırım içeren 206 KÖİ sözleşmesi imzalandı. Bunlardan, 26 milyar ABD Doları tutarında yatırım içeren 152 sözleşme AB ülkelerinde sonuçlandırıldı. Sonuçta, gelişen/gelişmiş bütün ülkelerde özel girişimciler sözleşmeye dayalı KÖİ yöntemleri ile altyapı yatırımlarını seve seve üstlenmektedir.



      KÖİ projeleri proje finansmanıdır. Devletler projelerin değerini yükseltmek için risklerin tamamını özel teşebbüslere devretmek yerine bir kısmını kendisi üstlenmektedir. Üstelik yatırımcıların özendirimlerini geliştirmek adına bir takım garantiler ve destekler de sağlamaktadır. Böylece yatırımcılar 20-40 yıl sonra devlete bırakıp gidecekleri yatırımlara koşa koşa gelmektedir. Çünkü, proje kapsamındaki optimal risk paylaşımı çerçevesinde yatırımcılar bu süreler içerisinde yatırımın geriye dönüşünü kolaylıkla sağlamaktadır. Kreditörler de fonlanabilir (bankability) gördükleri bu projelere istekli biçimde finansman sağlamaktadır.
       Son söz: Sorun mülkiyet yapısından çok, kamu düzenlemelerinin ve kurumlarının taahhütlerine ne kadar güvenebileceğimizde yatıyor. Ülkedeki karşılaşacakları işlemlerde hukukun üstünlüğüne saygı duyan bir yönetimin varlığına inanırlarsa yerli/yabancı bütün girişimciler 20-40 yıllık sözleşmeler çerçevesinde koşa koşa yatırım yapıyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder