Devlet kapitalizmine doğru mu evriliyoruz?

Devlet kapitalizmi terimini önce Economist dergisinin özel bir raporunda görmüştüm. Daha sonra, Nisan ayında devletin piyasa oyuncusu mu yoksa güç tellalı mı olduğunu irdeleyen uluslararası bir konferansa konuşmacı olarak davet edildim. Şu anda da Roubini'nin  "parlak ve vazgeçilmez" olarak nitelendirdiği Ian Bremmer'in “serbest piyasanın sonu” isimli kitabını okuyorum.

Son otuz yıldır, önce gelişen ülkelerde başlayan ve daha sonra gelişmekte olan ülkelere yayılan özelleştirme ve serbestleştirme uygulamaları neticesinde devletin ekonominin işleyişi üzerindeki etkisinin azalacağı beklenmekteydi. Oysa başta BRIC ülkeleri olmak üzere birçok Kuzey Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkesinde devletler kamu sermayeli şirketler üzerinden ekonominin işleyişine yoğun biçimde müdahale etmektedir. 2008 küresel krizinden sonra zorda kalan şirketlere yapılan sermaye destekleri ile Avrupa ve ABD’de de bu tür bir devlet kapitalizmi gündeme gelmeye başlamıştır.

Devlet kapitalizminde, devletler büyük-küçük hisselerine sahip oldukları veya devlet yardımı şeklinde kamu kaynağı aktardıkları şirketlerin faaliyetlerine bir biçimde müdahale etmektedir. Bu müdahaleler KİT’lerde olduğu gibi sosyal amaçlı da değildir ve şirket faaliyetlerini siyasi çıkarlar yönünde manipüle etmektedir. Devletler bu tür müdahaleleri sadece çoğunluk hissesine sahip oldukları kamu sermayeli şirketler üzerinde değil, azınlık/altın hisselerine sahip oldukları, -bazı- yöneticilerini atadıkları veya devlet yardımı sağlayarak denetleyebildikleri şirketler üzerinde de yapabilmektedir.

Daha öncesi de bulunmakla beraber, 1996 yılında uygulamaya konulan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan beri resmi metinlerde Devletin asli görevlerini tam olarak yapabilmesi için, özelleştirme yoluyla üretim alanından çekilmesi hızlandırılarak küçülmesinin sağlanacağı ve rekabetçi piyasa koşullarının hâkim olmasının sağlanacağı ifade edilmektedir.

Sunuşumu hazırlarken merak ettim ve Türkiye’de devletin son 30 yılda küçülüp küçülmediğini araştırdım. Devletin cesametini ölçmek için de kamu harcamalarının gelişimine baktım (grafiği büyütmek için üzerini tıklayınız).




Toplam kamu harcamalarının GSYİH içerisindeki payı 1970’lerde % 15-17 seviyelerinde iken 2000’lerde % 25-27 sevilerine çıkmış. Yani en azından harcama kanalından devletin ekonomideki rolü küçülmemiş aksine büyümüş.Sadece harcamaların bileşeni değişmiş. Yatırım harcamaları düşerken transferler ve cari giderler artmış. Transferlerdeki artışta faiz giderlerinin önemli katkısı var. Yatırımın düşmesinde ve cari giderlerin artmasında ise devletin eskiden kendi ürettiği hizmetleri İD, Yİ, İşletme Hakkı Devri ve Yap-Kirala gibi yöntemlerle özel sektörden satın almasının da katkısı var.

Daha da önemlisi, devletin kontrol ettiği ancak azınlık hisselerine sahip olduğu şirketlerin (örneğin Türk Telekom ve THY), özel kanunları bulunan işletmelerin (Vakıfbank, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Eximbank, Kalkınma Bankası, Merkez Bankası, TÜRKSAT, TRT ve AOÇ) ve cesametlerinin ne olduğunu kimsenin bilmediği belediye iktisadi teşebbüslerinin harcamaları da bu verilere dâhil değildir.

Sonuçta bu gelişmelerin Türkiye’de devlet kapitalizmine doğru bir evrilmeyi tetikleyip tetiklemediğinin incelenmesi lazım. Sanırım gelecek çalışma gündemimde bu konu önemli biçimde yer alacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder