Kanal İstanbul referandumunda hangi seçmen kitlesi oy vermelidir?

Basında yer alan bilgilere göre hem muhalefet kanadı hem de iktidar kanadının bir kısmı Kanal İstanbul’un referanduma götürülmesini istiyor.

İktidar tarafıysa  “Büyük projeleri halka soralım' diye bir eylem olmaz.  Hükümetler yapar, hesabını da halka verir" diyor.

Bu yazıda Kanal İstanbul’da oy verecek seçmenin kapsamını ele alacağım.


Referandum
Türk Dil Kurumu’na göre referandum (halk oylaması) “halkın türlü siyasi ve toplumsal sorunlar karşısında olumlu veya olumsuz görüşünü belirlemek için başvurulan oylamadır.”
Bu tanımda iki unsur öne çıkmaktadır. Birincisi "türlü siyasal ve toplumsal sorunlar" konusunda halk nasıl  bilgi edinecektir? İkincisi oyuna başvurulacak halk kimdir?

Kanal İstanbul gibi ekolojik, sosyolojik, ekonomik, çevresel, diplomatik ve güvenlik açısından sonuçlar doğuracak bir projeye, halkın hangi bilgi düzeyiyle oy verebileceği tartışılması gereken bir konudur. Teknik özellikleri çok yüksek olan böyle bir halk oylamasında seçmen doğru bilgiyi nereden ve nasıl elde edebilecektir? Ya da taraflar seçmen iradesini ne derecede manipüle edebilecektir? Bu ciddi bir tartışma konusudur. Ancak bu yazıda bu konuyu ihmal edeceğim.

Bunun yerine referandumda oyuna başvurulacak seçmenin niteliği ve niceliğini ele alacağım. Referandumda sadece İstanbul'da yaşayanlar mı oy kullanacaktır? Ya da Avrupa ya da Anadolu yakasındakiler mi?  İstanbul dışında yaşayanların oy kullanma meşruiyeti var mıdır? Sorular daha da çoğaltılabilir.

Projenin kapsamı
Kanal İstanbul projesi kabaca İstanbul Boğazı’ndaki gemi trafiğinden kaynaklanan riskleri azaltmayı ve gelir yaratmayı hedeflemektedir. Bu çerçevede de bir kanal, kanalın etrafında yüz binlerce kişinin ikamet edeceği konutlardan oluşacak yeni bir şehir ve ulusal/uluslararası ticaret merkezleri ve limanlar inşa edilecektir. Bunun yanı sıra Kanalın üzerine 10 tane köprü yapılacak ve yeni şehrin otoyol, içme suyu, kanalizasyon, demir yolu ve enerji şebekeleri kanala uygun olarak yeniden inşa edilecektir. Açıklanan bilgilere göre onlarca milyar TL’den oluşacak bir maliyet söz konusudur. Bu sayıların gerçeği ne ölçüde yansıttığı tartışması bir tarafa; bu maliyetin kimler tarafından ödeneceği hususu daha büyük önem kazanmaktadır.

Kanal İstanbul ÇED Raporundan öğreniyoruz ki Boğazdan geçecek gemilerin sayısında ve tehlikeli yük miktarında gelecekte bir azalma olup olmayacağı konusunda yetkililerin bir bilgisi bulunmamaktadır. Rapor’da fantastik biçimde 2070 yılında İstanbul Boğazı gemi trafiğinin 86.000/yıl olduğu belirtilse de; Bölüm 6-156 sayfadaki yer alan şu ifade talep tahmini konusunda bir çalışmanın henüz yapılmadığını ortaya koymaktadır:  “İstanbul Boğazı’ndan geçiş yapan gemi sayısında ve taşınan tehlikeli yük miktarında bir azalma ve rahatlama olup olmayacağı konusunun ayrıca incelenmesi ve irdelenmesi gerekir.” 

Bir önceki yazımda yaptığım irdeleme ve inceleme neticesinde gemi sayısında ve yük miktarında bir azalma ve rahatlama olduğunu açıkça gösterdim.  Gemi trafiğine ilişkin nesnel göstergeler, Kanal’a duyulan ihtiyaca yönelik önermeleri kuşkulu hale getirmektedir.

Öte yandan yetkililer maliyetlerin karşılanması amacıyla, Kanal gelirlerine ilave olarak konut ve işyeri rantı yaratmak amacıyla yeni bir şehir de inşa edileceğini belirtmektedir.

Talep analizleri Kanal’ın birinci öncelik olmadığını gösterdiğine göre Projenin örtülü önceliğinin Kanal’a nazır bir rant alanının yaratılması olduğu söylenebilir.

Yine basına yansıyan bilgilere göre Kanal projesi ya milli bütçe ile ya da Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) yöntemiyle gerçekleştirilecekmiş.

Referandumda oyuna başvurulacak seçmen nasıl belirlenecektir?

Böyle büyük projelerin finansman yükünün ağırlığını doğum sancısına benzetirim. Sancısız doğum olmayacağı gibi, finansman yükü olmayan proje de olmaz. Doğum normal yapılırsa sancı doğum esnasında, sezaryenle yapılırsa da doğumdan sonra çekilir. Sancıyı da doğum yapan çeker.

Kanal İstanbul Milli bütçeyle yapılırsa başlangıç yatırımının finansman yükü ilk yıllarda milli bütçeden karşılanır. Yatırımın finansman yükü özel sektör tarafından karşılandığında da, özel sektöre yapılacak ödemelerin yükü gelecek yılların bütçelerinden karşılanır. Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprülerinde, Zafer Havalimanı’nda ve şehir hastanelerinde olduğu gibi Kanal İstanbul da KÖİ ile yapılacaksa; gelecek yıllarda yapılacak ödemeler milli bütçeden karşılanacaktır.

Bu nedenle gereken özen gösterilmediği ölçüde; mega projeler gelir dağılımını bir taraftan yaşayan kuşak içerisinde diğer taraftan da yaşayan kuşak ile gelecek kuşaklar arasında bozabilecektir.

Milli bütçe
1. İstanbul’da bir rant alanı yaratmak için yapılacak yatırım harcamaları milli bütçeden karşılandığında, yaşayan kuşak içerisinde İstanbul’dakilere doğru refah aktarımı yapılacaktır. Yani Ankara’da, Adana’da, Erzurum’da, Diyarbakır’da ve Afyon’da yaşayanların vergileri kendi ihtiyaçları için değil, İstanbul Kanalı’na nazır villalarda ve gökdelenlerde oturanların refahı için harcanacaktır.
Bu durumda olası bir referandumda Türkiye'de yaşayan tüm vergi mükelleflerine bu rant projesi hakkındaki düşünceleri sorulmalıdır. 

KÖİ yöntemi
2. Kanal İstanbul KÖİ yöntemiyle gerçekleştirilecekse; bu defa da kuşaklar arası gelir dağılımı bozulacaktır. Bugün birileri Kanal’a nazır lüks evlerde otursunlar diye, gelecek nesillerin vergileri Kanal’a kira ve/veya garanti ödemesi olarak harcanacaktır. Bu ödemelerin bir kısmını da henüz doğmamış çocuklar karşılayacaktır.
Bu durumda da gelecekte Kanal'ın yükünü çekecek olan bugünün gençlerinin ve doğmamış çocukların görüşlerinin alınması gerekecektir. 

Sonuç
Yapılması gereken referandum değildir. Kamu Mali Yönetim Kanunu’nun 8’inci maddesi hükmü gereğince; kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar kaynakları etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanıp kullanmadıkları konusunda rapor hazırlamalı ve bu raporları da kamuoyuyla şeffaf biçimde paylaşmalıdır. Bu paylaşıma göre yetkili merciler ve bağımsız uzmanlar projenin yerindeliğini tartışırlar. Yetkililer de bu tartışmalara göre pozisyonlarını gözden geçirirler.
Sonuçta böyle bir projeyi referanduma götürmek yaklaşımı da, projeyi önce yapar sonra bakarım pragmatistliği de hakkaniyetli bir yöntem değildir. Demokratik yöntem proje geliştirme sürecinde şeffaflığı ve katılımcılığı artırmaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder