Benim de taraftarı olduğum GS’nin eski futbolcusu Hasan Şaş veciz(!) bir laf etmiş: "Karataş'ta 60 km sahil var. Ama iki tane caretta kaplumbağası doğuracak diye burada hiçbir şey yapılmasına izin verilmiyor. Bir beş yıldızlı otel yapılsa en az 500 kişi işe girer.”
Benzer bir tartışma Patara’da yapılması arzulanan 400 villa için de yapılıyor. Villa yapacak kooperatiflerden birisinin başkanı “biz kendi mülkiyetimizde olan araziye 27 konut yapacağız. Gerekli müracaatları yaptık, izinleri aldık. Belediye bize ruhsat verdi. Burada ters ya da yasadışı bir durum yok. Amacımız doğanın katledilmesi değil. Ağaç kesilecekse mecburiyetten kesilecek. Üstelik en iyi koruma insanın yapacağı korumadır.” diyor.
Başkanın mantığı şöyle işlemiyor: “villalar yapılmaz ise ağaçlar kesilmeyecek”. Çünkü, önceliği villa yapılması. Doğanın korunması değil. Ayrıca, Patara’nın ev sahiplerinden sayılması gereken carettalar insanlar gibi kendi çıkarlarını koruyamadıklarından yok olabilirler. Bunun yanısıra, Likya’nın başkenti olan Patara’nın sahip olduğu tarihi doku da zarar görecek. İnsanın yapacağı koruma kendisini koruyabiliyor. Ancak, tabiat ve tarih insan kadar becerikli değil. Çünkü kendilerini insana karşı koruyamıyorlar.
Hasan Şaş benzeri yatırımcılar için ne gam. Yatırım yapılacak. Yatırımcılar çok para kazanacak. İstihdam yaratılacak. Turizm gelirleri artacak. Falan. “Türk tipi kapitalizm” demem tam da bu noktada anlam kazanıyor.
Çok yatırım, çok kâr, çok istihdam, çok döviz geliri kavramları 19. yüzyılın vahşi kapitalizmi döneminde de vardı? Ancak, “kapitalizmin”, “piyasa ekonomisine” evrildiği süreçte bu kavramlara bazı hukuki/ estetik gelişmeler eklendi. Bu tür kavramlar ve kurumlar piyasa ekonomisinin ayrılmaz parçaları olarak kabul gördü. Peki bu kavramlar ve kurumlar nelerdir?
Çok ileri gitmeye gerek yok. AB ile sürdürdüğümüz müzakere başlıkları bize yeteri kadar ipucu veriyor. Bizde piyasa ekonomisinin temel koşulu olarak görülen “iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestîsi” AB’de de var. Ancak bunun yanısıra, iyi işleyen piyasa ekonomisi için AB “mülkiyetin ve rekabetin korunması”, “gıda güvenliği”, “bitki sağlığı”, “çevrenin korunması”, “tüketicinin ve sağlığın korunması”, “sosyal politika ve istihdam” konularına da büyük önem veriyor. Bu ilkeler, kapitalistlerin ticari faaliyetlerini sürdürülebilir kalkınmanın gerektirdiği biçimde yürütmesini gerektiriyor. Sürdürülebilir kalkınmayı AB’ye benzer biçimde bizim kurumlarımız şu şekilde açıklıyor: “Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına ve kalkınmasına imkân verecek şekilde bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir kavramdır”.
Hülasa, Türk tipi kapitalistlerin, piyasa ekonomisinin işleyişi konusunda uluslar arası alanda genel kabul görmüş ilkelerle aralarındaki birkaç yüzyıllık farkı acilen kapatması gerekiyor. Yoksa… Korkum o ki bugünün çocukları, geleceğin yetişkinleri bu nesilleri hayırla yad etmeyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder