Başkent doğal gaz, köprü ve otoyol özelleştirmelerinin iptali söz konusu. Gerekçe, ihalelerde verilen tekliflerin gerçek değerlerine göre çok düşük olması. Teklifleri gerçekten düşük bulanlar da var, normal bulanlar da. Tesislerin değerleme çalışmalarına vakıf değilim. Zaten Enerji Bakanımız da başkentgaz için düşük ya da yüksek yorumu yapamayız dedi. Bu yazıda söz konusu özelleştirme işlemlerindeki değer tartışmalarının dışında, ihale teorisi çerçevesinde fiyat oluşum mekanizmasını açıklamaya çalışacağım.
Ders kitabına göre özelleştirme işlemlerinin temel önceliğinin gelir olmaması gerekiyor. Esas olan özel sektör ve piyasa dinamizminin getireceği etkinlik kazanımı. Böyle olunca kamuya zarar getiren bazı tesisleri bedava özelleştirmek bile mümkündür. Örneğin, zarar eden Hazar I-II hidro elektrik santrallerinin işletme hakkı devirleri iz bedeli ile gerçekleştirilmiştir. Ancak Türkiye’de özelleştirme işlemleri kamu finansmanını rahatlatmak amacıyla yapıldığından genelde ihalede ortaya çıkan bedelin yüksekliği/düşüklüğü tartışılıyor.
(Bu arada otoyol, havalimanı YİD projelerinde taahhüt edilen trafik garantileri ve kamu hastanelerinde taahhüt edilen ve ödenecek olan 25 yıllık kira ödemeleri nedeniyle gelecek kuşaklara borç yükü aktarırken, yine gelecek kuşakların tahsil edeceği elektrik, doğal gaz, köprü ve otoyol gelirlerini de özelleştirme işlemi biçiminde bugünden kırdırıyoruz. Yani kuşaklar arası gelir dağılımında çocuklarımıza biraz haksızlık ediyoruz. Şimdi konuştuğumuz da bu özelleştirme/gelir kırdırma işleminde iskonto oranının aslında ne olması gereği!)
İhale bir pazar tasarımıdır. Değerini bilmediğimiz bir tesisin veya hakkın pazarda arzını ve talebini bir araya getirerek denge fiyatını bulmamıza yardımcı olur.(Tesisin fiyatı biliniyorsa, zaten ihaleye gerek yoktur ve maliyet+kâr yaklaşımı ile doğrudan satışa çıkartılır). Nasıl ki diğer mal ve hizmet piyasalarında oluşan fiyatları arz ve talep belirliyorsa, ihale pazarlarındaki fiyatları da arz ve talep belirlemektedir. Bu fiyatta bir sorun görülüyorsa ya ihaleyi organize edenler pazara rekabeti yeterince getirememişlerdir, ya da teklif sahipleri danışıklı teklif (bid rigging) vererek fiyatı düşük belirlemiştir. Bu durumda önceki sorun Özelleştirme İdaresi Başkanlığının, sonraki sorun da Rekabet Kurumunun çözüm alanı içerisindedir. Diğer bir deyişle bu aşamada fiyatlar gerçekten düşükse sorunun çözümünün sorumluluğu bu kurumlara aittir.
İhale katılımcıları laboratuvar çalışmalarını yaparlarken/tekliflerini hazırlarken ardıl piyasanın ihale konusu nesneye ne değer vereceğini gözetirler. Ardıl piyasanın nesneye vereceği değerin ortalamasından çok saparlarsa kazanmanın musibetini (winner’s curse) yaşarlar. Ardıl piyasa köprülerden geçecek araç sahipleri, elektriği kullanacak tüketiciler, projeye finansman sağlayacak kreditörler ve yenileme ve bakım-onarım harcamalarının muhataplarıdır. Önceki bir sürü özelleştirme işleminde görüldüğü üzere ardıl piyasalarda projelere kredi sağlayacak finansman kuruluşları verilen tekliflerin geriye dönüşüne ikna olmadılar ve projelere finansman sağlamadılar. Bu nedenle de sonraki ihalelerde teklif fiyatları önemli ölçüde düştü. (Bu arada çok sayıda projenin aynı anda ihaleye çıkartılması nedeniyle ya bazı projelerin kredi bulma şansı düşmekte, ya da kredi piyasasında kredi faizleri/iskonto oranları ve istenilen teminat tutarları yükselmekte ve dolayısıyla ihale teklif fiyatı düşmektedir).
Son olarak piyasa ekonomisinin fiyat dinamiklerine bir pazarda (kredi piyasalarında) inanırken diğerinde (ihale pazarında) inanmamak piyasa ekonomisinin temel önermesi olan “fiyatları serbest bırakın” (getting prices right) ilkesini tartışmaya açmayı gerektirir.
Bu da mümkündür aslında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder